Ağaçların Altında
Kime aitti ardından konuştuğum bu ses? Nereye götürecek bu yol beni? Ayaklarımı her basışımda yere, yine ürperiyor bedenim. O kadar yumuşak ki zemin, kurbanını her an kucaklayacakmış gibi sevgi dolu sanki ve çok sessiz.
İsimsiz tüm bu ağaçlar, gerek de duymuyorlar. Her biri sanki aynı yerden gözetleyebilecek gibi seni. Ağaçların insanı tanıdığı söylenir bu yüzden. Kaybolduysan yolunda ya uyuyan şahitlerin olurlar ya da uğultulu öfke. Sanırım ikincisi başlıyor. Sanki hem yapraklar hem de dallar eğilerek benimle konuşuyor. Daha da şiddetleniyor bu huzursuzluk. Bu güçlü ritmi bozansa kuşlar. Sahi nereye kayboldular? Bazen rüzgârı hiç umursamıyorlar. Bense vücudum gerilmiş bir halde yürürken titriyorum. Yosunların ulaşamadığı büyük kestane ağacının kavuğuna girdim ve büzülerek kendi yerimi aldım bu öyküde. Yukarılar ağaçlarca tamamen örtülmüş. Ormanın karanlık tarafına daha yolum var oysa. Yine de uzaklarda yaprakların ışıkla olan dansı fark edilebiliyor. Ama burası, tam da dinlendiğim yer özellikle işaretlenmiş gibi, gökyüzünden gizleniyor ve içine girdiğim kovuk sevimsiz bir gölgenin altında sanki çığlık atıyor ve bu yalnızlığını sonuna kadar açtığı ağzıyla ifade ediyor. İki tane de göz kazısam bana da çığlık attırabilirdi elbet.
Rüzgârın kesilmesiyle küçük damlacıklar halinde yağmur başladı. Esintiyle birlikte birbirine karışan kokular sanki yerini bulmuş gibi, burnuma konuyor en meraklısı… Amber kokusu mu bu? Biraz olsun geçse de korkum –bu tanıdık koku için- yerimden kıpırdamak hiç akıllıca değil. Geceyi burada geçirmeliyim, kuru ve uyanık olarak… Belki de suskunluğu yine paylaşabiliriz ağaçlarla. Düşler deryası gibi akmaya devam edecek yağmur, bir yolunu bulacak, durmaksızın dokunacak toprağa ve bu tarafa doğru bakacak ormanın gözleri parlaya parlaya…
Yorumlar
Yorum Gönder