Başlangıç
‘Yeryüzüne
fırlatılmış her öksüz -uğrunda bir ömür harcamaya hazır- kendisini beklediğine
inandığı kutlu bir yol için yanıp tutuşur. Ancak ve ancak nihai sonda bir
fikir, bir amaç veyahut bir can tarafından karşılanacağı ideali yolculuğu gerçek
kılar ve sonunda yolcu yaratılmış tüm gözlerde, sayısız ufuklarda kabul görür
çünkü gerçek kutsaldır. Çek kılıcını o halde cesur savaşçı. Metanetten döv
ruhunu. İçine gir mağlubiyet damarlarının. Adım adım yüksel bilgeliğin
merdivenlerinden. Kucakla engin karanlığı. Ve Korkma! Ölüm bile senin
dostundur…’
Aslında
bugün için şiddetli rüzgâr bekleniyordu, dolayısıyla dün yola çıkacaklardı
ancak yolculuk günü evde bitmeyen bir sessizlik hâkim olduğunda geç kalmış
fırtına gibi suskunluk dünü bugüne bağladı. Aracı Namina kullanıyordu. Torunu
ise arka koltuğun diğer köşesinde bağdaş kurmuş çenesine yuva ettiği
dirseğinden dışarıda akan manzarayı izliyor, tepeden baktığı irili ufaklı
gökdelen çatılarını sayıyordu.
Namina
başının arkasındaki asma yaprağı topuzunda birleşen sımsıkı örülmüş gür, beyaz
saçları, sırtı fırfırlı kehribar sarısı ceketi, çiçek işlemeli çöl kahvesi
rengi elbisesi ve sağlıklı, uzun, doğal tırnaklarıyla tıpkı genç bir kız gibi
görünüyordu ya da torununun metropolden çok uzakta kalmış yaşamından soluk bir
anı gibi boşlukta titreşiyor da denebilirdi. Ahleksiyanza başını hafifçe
kaldırdı ve ince bir kumaş parçasını andıran bilekliğini kokladı, gözleri
kapalıydı. İnsanların kıyafetlerini kendilerinin sıkıcılıklarıyla doğru
orantılı olarak seçtiklerini düşünüyordu bazen. Özellikle son aylarda, daha on
dördünde yeni evine taşındıktan sonra bu kanıya varmıştı. ‘‘Şehrin insanları ne
kadar da soluk ve benzer renklere, zevklere sahip’’ diye iç geçirdi. Zamanla
alışacağını, alışması gerektiğini kendisine ne kadar tekrar ederse etsin bu
hayatta herhangi bir şeyi severek yapmanın tadını alan hiç kimsenin yaptığından
pişmanlık duymadan kendisine zıt sayılabilecek bir yaşam biçimini benimsemesini
beklemiyordu. Başını koltuğuna yaslayarak sessiz bir esneme koyuverdi,
dirseklerine kadar kıvırdığı kot ceketin dikişleri tembel bir inlemeyle
gerilirken. Önüne dökülen siyah saçlarını arkaya attı ve başını ön aynadan kör
nokta sayılabilecek bir pozisyona alıp onu izledi. Anneannesinin esmer teninde
duygusuz sayılabilecek ama dudaklarının kıvrılmış kenarlarındaysa tebessümü
andıran bir yüz ifadesi vardı. Bu açıdan bakıldığında kadıncağız kaşlarını
birazcık daha çatsa acısını tam belli edebilecekken, sanki merhamet duygusunu
saklamaya çalışıyor ve acıdan ziyade umudu seçiyor gibi görünüyordu. Gözlerinin
kenarları, yüzünün derin çizgileri yaşının yorgunluğunu belli edemiyordu bile,
öyle bir bakışı vardı iri gözlerinin. Tabi sağaltılmış gökyüzünün göbeğinde
güneşin batıya olan yolculuğu onlara yol boyu eşsiz bir manzara sunmuştu. O en
eski ve bilindik tanık değil miydi zaten? Bu yüzden ‘‘İlham veren bir güzelliği
var’’ denmez miydi çağlar boyunca -kuşkusuz-... Minik bir sonyaz bulutunu
geçerlerken içeriyi turlayan hafif, ılık esintiyi hoş bir koku takip etti.
Ahleksiyanza bilekliğinde şişmekte olan ak tomurcuğu kokladı başka bir yerde
uyanmak ister gibi gözlerini sımsıkı yumarak. Şu an saat akşam altı olmalıydı.
Namina hayranlık dolu derin bir nefes aldı.
‘‘Ay,
harika koktu Aleksia. Yasemin çiçeği değil mi bu? Ben çocukken bahçemizin
etrafı onlardan geçilmiyordu. Çok imrendim sana. Anneanneciğin için de böyle
bir bileklik yapar mısın acaba?’’ dedi yumuşak ama duraklı bir sesle.
Ahleksiyanza
arkadan onaylar bir baş sallamayla tebessüm etti ve biraz sert bir tonla cevap
verdi. ‘‘Tabi yaparım. İkiniz içinde yaparım.’’ Bilekliğin ilgi çekiciliğinde
kuşku yoktu. Yine de başlarda ana şehire uyumlanmış birçokları için biraz kafa
karıştırıcı olması ya da anlamsız gelmesi muhtemeldi bu bilekliğin. Örneğin bu
günlerde akşam saat yedide melisa, sekizde yoğun burçak, dokuz gibi taze yosun
ve kuzu göbeği, onda yaban sümbülü, on bir akşam sefası, on ikide luenda,
buçuklarda ise çoğunlukla narenciye, kekik ve kızıl çam kokuları yaymaktaydı
çünkü etrafa…
Namina
parlak gözlerle torununa bakarken, coşkusunu belli eder bir edayla ellerini
çırptı. ‘‘Nura buna bayılacaktır. Günün yirmi dört saatini farklı kokularla
anlıyorsun değil mi?’’ Cevabını beklemeden tekrar kumanda ekranına döndü.
‘‘Evet.
Aslında güz çiçekleri için ayrı, kış çiçekleri için de öyle…’’ Çatallaşan,
incelen sesine engel olamıyordu. Sırtı dönük, sabit bir görüntüde konuşmaya
devam etti Namina.
‘‘Nasıl
hafızanda tutuyorsun? Ay harikasın canım kızım benim.’’
‘‘Aslında
tüm florayı…’’ Anlatmak istediği her şeyi tamamlamış gibi tıkanmıştı boğazı bu
üç kelimeyle. Namina kendisine acı veren bir beklemenin ardından omzundan
arkaya ürkek bir bakış attı.
‘‘Çok
özlediğini biliyorum Ahleksiyanza. Ama asla unutmak zorunda değilsin, çünkü hep
senin bir parçan olacak-lar.’’ dedi yüzü büyüyen dev bir gökdelenin gölgesinde
kaybolurken. Sanki arabanın içi aniden bulanıklaşır gibi dalgalandı
Ahleksiyanza’nın gözleri yaşlarla dolduğunda, koluna sildi ikisini de. Sızlayan
burnunu kaldırmış ve bakışlarını tekrar arabanın seramik tavanına dikmişti. Mat
gri tavan şeffaflaşarak mavinin tonlarını taşıyan gökyüzünü yansıtmaya
başladığında hayal kırıklığı nidasıyla omuzlarını düşürdü ve gözlerini
devirerek ön koltuktaki içi turistik broşür ekranı dolu cebe odaklandı.
‘‘Monad
Kütüphanesi – Yakın Tarihe Bir Işık Pazartesi – Salı yetişkin nesil için tam
gün ziyarete açık, İkilerle Üç Yıkımın Gerçek Tarihi 7/24 her vatandaşa açık,
Ölüler ve Kapital Perşembe günleri tam gün sadece yetişkin nesile açık, Son
Kadın İmparatorluğu – Medeniyetimize Bakış 7/24 turistlere ve tüm vatandaşlara
açık ve Bilmem ne Bilmem nesine Bilmem kaçıncı Bir şey…’’
‘‘Aman
ne güzel.’’ dedi Ahleksiyanza dişleri sıkılı. Tavan düzeldi, belli belirsiz
burun çeken Namina sessizliği bozmak ister gibi koltuğunun dibindeki ortanca
gözün altında elini görünmez bir çemberde çevirmeye başladı. Cam uğultusunu
andıran tiz bir sesin izlediği bu gösteride Ahleksiyanza’nın ağlamaktan acıyan
gözleri çember çizen ele takıldı. Önce Namina dalgalanan havadaki bu daireyi
-sanki birkaç gümüş yüzük ince bir zırh gibi giydirilmiş olan- uzun işaret
parmağıyla hafifçe dürttü. Sonra şeffaf bir jöleyi andıran dairesel görüntüden
aynı soluk parlaklıkta bir bardak yükseldi ve vızıldayan camsı ses kesildi.
Anneannesinin uzattığı bardağı aldı, kokladı, ürkekçe dilini değdirdi, anlık
bir ürpertiden sonra çevresine bakındı, izleniyormuş hissine kapıldı. Etrafını
gözledi ve bir izleyici arandı. Lakin misal, gökyüzünde süzülen gri kanatlı bir
göçmen kuşun karnında daha ne kadar uzakta olabilirdi ki gözlerden? O esnada
dalgınlıkla bardağı devirdi, içindeki akışkan ışıltının bacaklarına dökülmesini
beklerken dizlerinin hemen üstünde var olmayan bir zemine yayıldı ve göğüs
kafesine doğru yükselerek yeni bir daire oluşumunun içinde başka bir bardağa
doldu. Az evvelki keyif kaçıran sesten daha cızırtılı bir versiyona geçmişti
sinir bozucu uğultu. Yeni bardağı elinde kıvırdığı bardağın üstüne geçirdi ve
sıvıyı tek dikişte içti. Öğürür gibi oldu, ön koltuktan tutunarak boynunu eğdi
ama sonra hemen toparlanıp bardakları yanıp sönen dairenin üstüne yerleştirdi.
Ardından ellerini kapıda asılı beyaz, ipeksi havluya sildi. Çember
kaybolduğundaysa derin bir ‘oh’ çekti alçak sesle. Tatsız, bu sümüksü sıvı
günlük vitaminleri, mineralleri, proteinleri ve vücut için gerekli diğer birçok
yapıtaşını içeriyor olmalıydı. Buranın greyfurt ya da portakal suyu gibi bir
şeydi belli ki. İçinden bir iğrenme nidası koyuverdi bu sefer. Bir dakikadan
kısa bir süre sonra kendisini daha tok ve biraz daha mutlu hissetmeye
başlamıştı bile. Sanki bardaktaki sıvıya şehirlilerin stres kumu dedikleri
kristallerden ufalanmış olabilir diye düşündü. ‘‘Boş ver’’ dedi içindeki
alaycı, kükremeli bir ses, o da boş verdi. Pencereye döndü, pencere cepliğinin
hemen üstündeki paslanmış ayar şeritini büzerek cam korumasını yarı yarıya
azalttı ve aşağıdaki caddeleri izlemeye başladı.
Ön
taraftan ahşap bir tınlama sesi geldi ve tatlı, genç bir kadın konuşması
sessizliği buldu.
‘‘Gursaol
Medeniyet Parkı’na hoş geldiniz!’’ Şaşkınlığını gizleyemeyen
Namina koltuğunda öne doğru savruldu.
‘‘İlerle.
Ay, bu otomatik pilot kendi kendine durak belirliyor bazen. Deli ederler
insanı. Ne yapayım şimdi parkı? Akademi! Akademi!’’
Gülmesini
eliyle yakalamaya çalışan bir çocuk gibi ağzını kapattı Ahleksiyanza burnundan
çıkan garip seslere engel olamayarak. Ama devamı gelmedi ve binaların
zeminindeki büyük şeritli yolları izlemeye koyuldu. Bir süre sonra koltuklar
yaklaşan bir sarsıntıyı tarif eder gibi sallanmaya başladığında ikisinin de
dikkati komuta duvarına kaydı. Sonra nereden geldiğini anlamadıkları bir darbe
arabayı gürültüyle tabandan vurdu ve çarpmayı takip eden birkaç salisede ise
araç sert bir yön değiştirmeyle ivmesini kaybetti. Pencereden baktığı zaman
tozlu bir esintinin onları solladığını gördü, aracın burnu yere dönmeye
başladıkça. Gözleri büyüdü.
‘‘Neler
oluyor?’’
‘‘Bilmiyorum!’’
dedi telaştan önündeki yanan her tuşa basan Namina. Davetsiz rüzgâr
kaybolmuşluk hissi yayan kara bir bulut gibi etraflarını sararken
düşüncelerinde gittikçe kalınlaşan bir tonda ‘‘Hayır, buraya kadarmış.’’ yargısını
istemsizce mırıldanmıştı bile.
‘‘Sıkı
tutun!’’ diye bağırdı Namina. Ahleksiyanza başıyla onayladığı esnada ‘‘Kemerimi
iyi ki çözmemişim’’ diye iç geçirirken ağzından borazanı andıran bir öğürmeyle
az önce içtiği sümüksü sıvıdan bir parça saçıldı. Araba önce asılı kaldığı
boşluktan on metre kadar alçaldı sonra freni boşalmış hurda kamyonu gibi
süratle serbest düşüşe geçti. Çığlıkların, güçlü rüzgârların ve şehir
gürültüsünün arasında genç bir kadın sesinin devamlı tekrarladığı
‘‘Mede-Niyet’’ ya da ‘‘Par-Kı’’ gibi sözcükler seçilebiliyordu.
Bu
kaosun arasında birkaç gün gibi gelen düşüşün ardından, hiçbir şey olmamış gibi
gökdelen seviyesine inen araç kum fırtınasını engelleyen camdan bir duvarın
altında emniyete alınmış gibi görünüyordu.
‘‘İşte
bu yüzden uçuş yasağını onaylıyorum’’ dedi ceketi kukuletaya dönmüş Namina.
Benzer görüntüde, kot ceketi başına uğramış olan Ahleksiyanza ise balkonlardan
uzanan şaşkın yüzlere bakarken aslında tıpkı anneannesi gibi darmadağın olmuş
saçlarla üzerlerindeki şok dalgasının geçmesini bekledi.
Yorumlar
Yorum Gönder